bu konuda doğru yanlış çok şey anlatılıyor ve resmî tarih hemencecik "bu devletin kendi yazdığı tarih, doğru olamaz ve yanlıdır" diye kestirilip atılıyor. ben de kendi bildiklerimi ve yorumlarımı yazacağım.
ilk olarak coğrafyaya bakalım.
dersim bölgesi erzincan,
elazığ,
malatya ve
bingöl şehirleri ile çevrelenmiş, yüksek rakımlı, sarp kayalıkları ve dağları olan, kente girişi zor bir bölge. bu nedenle
Osmanlı döneminde dahi buranın kontrol tam olarak sağlanamamış. yalnızca merkeziyetçiliğin arttığı
II. Mahmud ve sonrası dönemde ve özellikle de
Tanzimat'tan sonra burada bir hakimiyet kurulmak istenmiş. "İnsanlar burada rahatça ve özgürce yaşıyormuş işte, devlet de girmeyiversin" diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. çünkü bu bölge 1940'lara kadar bildiğimiz "
feodal" düzende, kölelerin kullanıldığı ve birkaç kabile reisinin insanları sömürüp çıkarları ve zenginlikleri için mücadele ettiği bir yer. bu coğrafyada haliyle bir asayişten söz edebilmek de mümkün değil. Osmanlı ilk olarak buradan asker almak istiyor ancak bir kabile reisi için bu iş gücü ve adam eksikliği demektir. o nedenle hiç yanaşmıyorlar, hatta
Ruslar yaklaştığında "iç işlerimize karışmayın" diyerek bu reisler Ruslara destek vermeyi bile düşünüyor.
ek olarak, burada yine Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadar onlarca isyan ve ayaklanma çıkıyor. çünkü dağlık alan, reisler arasında çatışmalar var, devlet yıllardır savaş hâlinde burası ile alakasını kesmiş neredeyse, çok kolay silah alınıp bulunabiliyor vs. peki Cumhuriyet döneminde ne oldu, öncelikle bölgede
General Alpdoğan görevlendirildi. kendisi hakkında
Tan Gazetesi'nde şöyle bir cümle mevcut,
"Bu kıymetli generalimiz, çok geniş görüşlü ve tedbirli bir asker ve idare adamı olduğunu Tunceli’de işbaşında ispatlamıştır. Tunceli halkına cezalandırılacak bir suçlu değil şifa bekleyen bir hasta gözüyle bakmıştır… Köle sınıfının yüzü gülmüş onlar için insanca bir hayat başlamıştır" (bakınız köle sınıfı ya, bildiğimiz köleler arkadaşlar)
ardından bölge askeri olarak güçlendirilmeye başlanmıştır, çünkü devletin buraya ulaşmak için öncelikli olarak planı yollar ve köprüler yapmaktır.
(bkz: gidemediğin yer senin değildir)
bu duruma aşiret reislerinin büyük tepkiler verdiğini tahmin etmişsinizdir. ilk olarak çok seslerini çıkarmamışlarsa da birbirleri ile anlaşma yoluna gitmişler, kavgalı olanlar barışmış ve hatta kan davası güdenler dahi bundan vazgeçmiştir. İşte bu noktada hikayeye
Seyit Rıza giriyor. kendisi bölgedeki reislerden birisi olmakla birlikte aynı zamanda Seyit,
(bkz: seyit), olduğu için ve cumhuriyet döneminden önce de bölgede aktif birisi olduğu için, devlete karşı hareket etmek isteyen reislerin ve ağaların biriciği hâline geliyor. zaten devlet de o dönemki raporlarında asıl tehlikenin kendisi olduğunun farkında.
1937 yılında, Seyit Rıza önderliğinde, hükumete bir
ültimatom gönderilir. bu ültimatomun muhtevası şudur, reisler ve ağalar bölgede karakol yapılmasını, kaza ve nahiye kurulmasını istemiyorlar; köprü inşalarının durdurulmasını, silahlarının kalmasını ve pazarlık usulü(Osmanlıda böyle idi) vergi vermek istiyorlar. yani
üniter bir devleti geçtim, herhangi bir siyasi yapının bu tür istekleri kabul etme şansı var mı?
neyse, tabii ki kabul edilmiyor. bunun üzerine -önceden de devam eden- saldırılar, pusular artmaya başlıyor. ardından 22 Nisan tarihinde başlatılacak olan isyan, uçakların uçurulması ve küçük çaplı bomba saldırıları ile dağıtılıyor. hatta isyancıların bir nebze gözleri dahi korkuyor ki Seyit Rıza'nın oğlu bile o gün olan olaylarla ilgisi olmadığını resmî birimlere iletiyor. Fakat bölgede sürekli köprü inşalarına ve jandarma taburlarına saldırılar düzenleniyor. bunlar çok büyük çaplı değil, genelde bir veya birkaç aşiretten adamların yaptığı terörist saldırılar. Fakat Seyit Rıza ve onun emrindeki aşiretler
Kahmut Köprüsü'nü ve onun nahiye binasını patlatarak Mazgirt'te bulunan askerlerle çatışmaya girmiştir. bu çatışmada isyancılar geri çekildiyse de 2 asker şehit olmuş ve 1 asker yaralanmıştır.
daha sonra reislerin toplantı yaptıkları bir köy, dünyanın ilk kadın pilotu ve
Atatürk'ün manevi kızı rahmetli
Sabiha Gökçen tarafından bombalanmıştır. ardından isyana
Ermenileri çekmek isteyen bir ermeni de tutuklanarak, devlet bu saldırıya bir tepki göstermiştir. toplam sayısı 30.000 kadar olan isyancı sayısı hem aşiretlerin iç husumetlerinden hem de
Türk Hava Kuvvetleri'nin etkin rol oynamasından mütevellit hızla azalmıştır. Ayrıca tahmin edebileceğiniz üzere bu isyan hareketi
Londra başta olmak üzere birçok
Avrupa ülkesinde "ayrılıkçı ve özgürlükçü Kürt hareketi" olarak lanse edilmiştir.
Tüm bu hareketlerle birlikte Başbakan
İsmet İnönü ve ülkenin önde gelen birçok ismi bu bölgeye gitmiştir. İsmet Paşa,
Dersim için olan planlarını kısaca şöyle açıklamıştır,
"Ağalık, derebeylik, şeyhlik kaldırılacak zorbaların mallarına el konulacak, Dersim’e yol, köprü, okul yapılacak, askerlik ve vergi düzene konulacak, Dersim’i eşkiya yatağı haline getirenler batı vilayetlerine gönderilecek..."
İnsanları sömüren herhangi bir bölgeye yapılacak en kötü şey, o bölgenin diğer gelişmiş bölgelerle olan iletişiminin artması ve okul yapılmasıdır. Devlet,
Orta Çağ'a göre bile geri kalmış bu bölgeyi reislerden, ağalardan, şeyhlerden, şıhlardan kurtarmaya gayet kararlıdır.
takvimler 24 Haziran'a geldiğinde, birçok askerimizi şehit eden aşiretlerin köyleri bombalanmaya başlanmıştır. sıkı bir kara harekatı yapılamadığı için genişlemiş isyanın başka türlü bitirilmesine olanak yoktur çünkü. yine de bu tarihten itibaren, bölgeye sevk edilmiş askerler birçok defa çatışmışlardır ve haziran ayının sonlarına kadar da sert çatışmalar ve bombalamalar vuku bulmuştur. bu sert tedbirlerden dolayı Seyit Rıza'nın iki oğlu dahil birçok kişi teslim olmuş, ayaklanmanın önde gelenleri de öldürülmüştür. Neticede köşeye sıkışmış olan Cumhuriyetin askerleri tarafından etrafı sarılmış olan Seyit Rıza, 10 Eylül tarihinde teslim olmuştur. aylarca süren mahkemeler sonucunda kendisi ve bir oğlu ile birlikte toplam 7 kişi idam edilmiştir. Bununla birlikte 1938 yılında, yakalanamayan bazı isyancı isimler, yine karakol saldırılarına ve pusularına devam etmiş, birçok askerimizi şehit ederek ikinci dersim harekâtının başlamasına neden olmuştur. bu harekatta 13 subay ile 162 er yaralı ve 104 er ise şehittir. oldukça büyük çatışmalara sahne olan bu ikinci harekatta, devlet dersim bölgesinde tek bir isyancının dahi kalmamasına gayret etmiş, çok büyük taramalarda bulunmuş ve isyancıları mağara mağara, ev ev, in in takip etmiştir. nihayetinde başarıyla biten bu harekattan sonra Atatürk,
"Ordumuzun yüksek ve her vakit olduğu gibi milletin emniyetine cidden layık kıymet ve kudretle dolu manevrasının çok istifadeli safhalar göstererek bittiğini bildiren telgraflarınızı aldım. Türk ordusunun yarattığı bu yıl dönümü günlerinde kalbim orduya karşı takdir ve şükran
hisleriyle doludur…" demiştir.
görüldüğü üzere bugün ayrılıkçı kürtlerin ve Cumhuriyet düşmanı siyasal islamcıların kahraman olarak göstermeye çalıştığı Seyit Rıza, feodal bir ağadır ve kendi menfaatleri için bölgenin modernleşmesini ve bölge insanının okumasını istememektedir. öcü olarak gösterilmeye çalışılan devlet ise kararlı biçimde mücadele etmiş ve yollarla, köprülerle, okullarla Tunceli'yi donatmıştır.
günümüzde bildiğiniz gibi her sene sınav birincilerinin Tunceli'den çıktığını, en yüksek okuma yazma oranlarının Tunceli'de olduğu haberlerini görmekteyiz.
bakınız.
fakat hiçbir endeks, istatistik ve gösterge
şu fotoğraf kadar bu isyanın bastırılmasının haklı gerekliliğini gösteremez. bir aşiret ağasının, 13 yaşında 9. karısı olacakken, bir Cumhuriyet okulunda hak ettiği gibi eğitim gören bir kız çocuğu...
lisans-yüksek lisans-doktora mezunu kız sayısı oranla, Tunceli, Türkiye'de
üçüncü sırada.
İsyan ile ilgili Akşam Gazetesi
Haberi, Son Posta
Haberi
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk de, ilk harekattan sonra bir doğu gezisine çıkmıştır. İsyanın başlangıcı sayılabilecek Singeç Köprüsü saldırısında, adı geçen köprü yakılmıştı. Atatürk de aynı yerde
sigarasını yakıyor.
benim şahsi görüşüm nettir,
(bkz: pas de liberte pour les ennemis de la liberte)